1. Genel Olarak
Meşru savunma hukukunda “yenilik” yapmak gerekmekte olup, bu ceza hukuku savunmasının kapsamını mevcut sınırlara kıyasla genişletmek ve daha kapsamlı güç (özellikle ölümcül güç) kullanımını meşrulaştırmak olarak yorumlanmamalıdır. Ceza hukukunda meşru savunma, kişinin kendisine ya da üçüncü kişiye uygulanan şiddetin savunulmasında sık sık başvurulan bir kavramdır. Bu tip bir savunmanın kullanılması beraberinde bir takım belirsizlikleri de ortaya koyar ki bu belirsizlikler aynı zamanda bu kavramın niteliklerini ve sınırlarını oluşturmaktadır. Meşru savunma kutsal kitaplar dâhil her zaman her yerde kabul edilmiş bir hukuka uygunluk nedenidir. Çağdaş ceza hukukunda da, meşru savunma durumunda bulunup da kanuni tipe uygun bir fiil işleyen kişinin bu eyleminin cezalandırılmayacağı konusunda kuşku yoktur. Meşru savunma yasal düzenlemelerden ve uygulamasından anlaşılacağı üzere belirsiz ve unsurlarının oluşup oluşmadığı açısından problemli bir kavramdır.
İstismarcı eşlerin kurbanları tarafından öldürüldüğü, saldırının gerçekleşmemesi veya gerçekleşmesinin kesin olmaması nedeniyle geleneksel anlamıyla meşru savunmanın çoğunlukla uygulanamayacağı olay tiplerini inceleyerek, bu olaylarda kötü muameleyi alışkanlık haline getirmiş olan kocanın (partnerin-saldırganın), pasif haldeyken öldürülmesi durumunda meşru savunma tespiti yapılıp yapılmayacağı meşru savunma hukukunun en problemli alanlarından biridir. Mevcut bir saldırı olmadığında, meşru savunmada sınırın aşılmasından veya mazur görülebilecek bir heyecandan da söz edilemez. Aksini kabul etmek ölümcül kuvvet kullanılması sahasını son derece genişletir. Hukuka uygunluk nedeni olan meşru savunmanın koşullarından olan saldırının güncelliği kavramını geniş olarak kabul etmek, meşru savunmanın, meşru savunma durumuna sebebiyet vermemiş, haksız bir saldırısı mevcut olmayan ve olayın farkında bile olmayan aktörlere de merhametsizce genişletilmesine yol açabilir. Bu durum, meşru savunmanın hem kişisel hem de sosyal fonksiyonuna aykırılık oluşturacaktır. Meşru savunma hali dışında hiç kimse kasıtlı olarak devam eden suç teşkil eden eylemleri nedeniyle öldürülemez.
2. Hukuka Aykırılık
Hukuka aykırılık suçun unsurlarından biri olup, “hukuka karşı çıkmak, hukuk düzeniyle çatışmak, hukuk düzenini bozmak ” anlamlarına gelmektedir. Fiilin kanuni tipi uygun olması halinde, eylemin suç oluşturup oluşturmadığı fiilin suç oluşturan haksızlık olup olmamasına göre değişecektir. Suç ancak failin eyleminin bütün hukuk düzeniyle de çeliştiği, yani hukuka aykırı olduğunda ortaya çıkar. Kanuni tipine uygun bir fiil işlenmiş olmasına rağmen, böyle bir fiilin işlenmesine olanak tanıyan bir hukuk kuralının bulunması halinde, işlenen fiilin hukuka aykırı olduğundan söz edilemez. Hukuk düzeni tarafından bir fiilin işlenmesine izin vermesinden dolayı fiilin hukuka aykırılığını ortadan kaldıran bu nedenlere, hukuka uygunluk nedenleri denilmektedir. Hukuka aykırılık suçun bir unsuru olup bu unsurun oluşumunu engelleyen hukuka uygunluk nedenlerin varlığını halinde eylem suç oluşturmamaktadır. Hukuka uygunluk nedenlerinin varlığı halinde soruşturma aşamasında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilir. Yargılama aşamasında hukuka uygunluk nedenlerinin bulunduğu ortaya çıkarsa beraat kararı verilmesi gerekir.
3. Şiddete Maruz Kalan Kadın Sendromu
Ev içi şiddet bağlamında şu eylemler sayılabilir: Dövme, evlilik içi tecavüz, ensest, aile fertleri tarafından fahişeliğe zorlanma, cinsiyet seçici kürtaj ve kadın sünnetidir. Kadının yaşamında baskın bir role sahip olan, kendisine karşı fiziksel ve psikolojik şiddete başvuran erkeğe, reaksiyon göstermesinin genel adına, “şiddete maruz kalmış kadın sendromu” denir. Kadına karşı şiddetin en yaygın olanı aile içi şiddettir Bu yorumlama aile içi veya ev içi şiddete ilişkindir. Daha özellikli olarak, göz önünde bulundurulan konu şudur: aylar yahut yıllar boyunca istismara maruz kalıp, istismarcılarını (yoğunlukla erkek) öldüren şiddet mağdurlarını (yoğunlukla kadınlar) ceza hukuku ne biçimde ele almalıdır? İstismar kurbanının istismarcısını uyurken veya maç izlerken veya yemek yerken öldürmesi gibi “yüzleşilmeyen cinayetler” kötü muameleye maruz kalmış kadın reaksiyonu alanına girmektedir. Şiddete maruz kalmış kadın sendromunun babası Dr. Lenore Walker, ilişkide kötü muamelenin döngüsünü şöyle tarif etmiştir; Döngü, başlangıçta sakin, daha sonra ciddi bir şiddet eylemine dönüşecek olan küçük şiddet eylemleri, daha sonra şiddet eylemini gerçekleştiren kişinin çoğunlukla samimi pişmanlığını içerir ve döngü süreci böyle işlemeye devam eder. Dr. Walker’ın iddiasına göre, sendromun bir parçası, şiddet mağdurunun psikolojik rahatsızlıklar yaşamaya başlaması ve böylece kötü muamelede bulunan kişiden ayrılamamasıdır. Walker’a göre, kötü muameleye maruz kalma halinde, hangi evrenin ne kadar süreceği belli değildir ve evreler birbiri ardına döngü misali devam ederler. Kötü muameleye maruz kalmış kadın, sürekli olarak kendisini, her an gerçekleşebilecek bir saldırının içinde kabul eder. Ayrıca kadının savunması, saldırı ile orantılıdır. Çünkü geçmişte yaşanmış kötü muamele örnekleri, kadının şiddeti öngörebilme ve saldırıyı değerlendirebilme yeteneğini köreltmiştir
Kötü muameleye maruz kalmış kadının saldırganı öldürmesi durumuna ilişkin örnekler olarak, saldırganın o an itibariyle kadına saldırmadığı, uykuda olduğu, televizyon izlediği veya diğer pasif, tehditkâr olmayan durumlar verilebilir. ABD’de yaşanan bir olayda, Judy Norman isimli kadının kocası (J. T)’nin karısını, yıllarca sarhoş bir şekilde evdeyken fuhuşa teşvik etmiştir. Karısı eve yeterince para getirmediğinde veya sebepli sebepsiz devamlı olarak dövmüştür. Yıllarca karısını yumruklayarak, kırık bira şişesiyle, beyzbol sopasıyla veya başka suç aleti oluşturan objelerle yaralamıştır. Sonunda, polis koruması talebi olumsuz sonuçlandıktan sonra, Judy bir tabanca temin ederek kocası olan (J.T)’yi uyurken öldürmüştür
ABD’de kendilerine kötü muamelede bulunulan kadınların eşlerini (partner) öldürmeleri, 1970’li yılların sonuna kadar meşru savunma kapsamında, değerlendirilmiyordu. Zira bu olaylarda mevcut bir saldırı olmadığı gibi savunma bakımından da bir zorunluluk ve ona bağlı bir alt unsur olarak orantılılığın bulunmadığı kabul ediliyordu. Bu olayların tamamında kendisinin meşru savunma halinde olduğunu söyleyen eş, kaçarak saldırıdan kurtulma olanağı varken, reaksiyon göstermekteydi ve bu durum ise, partnerini öldüren kadın bakımından meşru savunmanın tespitini engelliyordu. Ancak davranışından dolayı suçlanmaması gerektiği düşünülen ve kendileriyle duygudaşlık kurulan bu kadınlar bakımından, ceza hukuku kuralları tam olarak (dar anlamda) uygulandığında, başvurulabilecek savunma araçlarının sınırlı olması, avukatları yeni çareler aramaya yöneltmiştir. “Judy Norman” davası gibi davalar, bazı feminizme sempati ile yaklaşan bilim adamlarını eylemi meşru savunma kapsamında bir hukuka uygunluk nedeni olarak değerlendirme yönünde bir eğilim oluşturmuştur. Gerçekten de, şiddete uğrayan kadınların savunmacıları, neticeyi hâkimlerin somut olaya göre değerlendirme yapmalarına bırakmaktansa, bazı eyaletlerde kanuni düzenleme yapılmasını sağlayarak belirli durumlarda istismara uğramış kadın sendromunu mahkemelerde kabul edilebilir kılmayı başarmışlardır
Yüzleşilemeyen “meşru savunma” cinayetlerinin ahlaken mazur görülebilecek olduğunu söylemek cezp edicidir. Geçtiğimiz 20 yılda, şiddet görmüş kadın savunucuları – şu ana kadar minimum temyiz başarısı sağlanmış olmasına rağmen- mahkemeleri, yüzleşilmeyen durumlarda adam öldüren şiddet görmüş (en azından, şiddet görmüş kadın sendromundan muzdarip olan) kadınların hukuka uygunluk nedeni olarak “meşru savunma” yapmasına izin verilmesine ikna etmeye çalışmışlardır. Bu açıklamanın savı, şiddet görmüş kadının pasif istismarcısını öldürmekteki haklı önermesi olup, iyi niyet taşısa da yanlış olmakla, meşru savunma hukukunun bu biçimdeki insan öldürmelere izin vermesini genişletmeye yönelik herhangi ciddi çaba – şiddet görmüş kadınlar için olsa da nihayetinde diğerleri için de- sonucunda toplumu pişman edecek bir yeniden düzenlemedir. Her ne kadar meşru savunma hukukunu yeniden düzenleme – ve genişletme- için bir neden olsa da, korkarım meşru savunmanın pasif istismarcının öldürülmesini haklı kılacak biçimde kapsamına ilişkin yapılacak genişletmenin sonucu insan yaşamına dair ahlaki değerlerimizin kabalaşmasına ve hatta intikam duygusuyla işlenmiş cinayetlerin hoş görülmesi sonucuna neden olacaktır
4. Şiddete Maruz Kalmış Kadın Reaksiyonunun Meşru Savunma Kapsamında Ele Alınmasına Yönelik Görüşler
Kötü muameleye maruz kalmış kadınların devam eden saldırılara karşı kendilerini savunması hareketinin meşru savunma kapsamında kabul edilmesi haksız saldırının güncelliğinin devam ettiğinin kabulü ile ilgilidir. “Saldırının güncelliği “ kavramının Amerikan hukukundaki karşılığı “yakın tehlike” kavramı olup, bu kavramdan ne anlaşılması gerektiği, özellikle kadına karşı devamlı surette uygulanan kötü muamele olaylarında önem arz etmekte ve yapılan yorum, kötü muameleye maruz kalan kadının savunma hareketinin meşru savunma kapsamına girip girmediğini belirlemektedir.
Doktrinde yapılan tartışmalar, sürekli olarak saldırıya maruz kalan kişiler için meşru savunma kurumunun uygulanması gerektiği yönünde toplanmakta; ancak çıkış noktaları farklı dayanakları temel almaktadır.
Birinci görüşe göre, devamlı olarak eşinden şiddet görerek kötü muameleye maruz kalan bir kadının en son saldırıda kocasını öldürmesi halinde, kadına karşı hukuka uygunluk sebebini işleterek daha hoşgörülü davranılması gerekmektedir
İkinci görüşe göre, devamlı kötü muamele saldırılarına katlanan kişinin kendini savunmasının haklılığının ceza hukuku bakımından ele alınması gerekmektedir.
Üçüncü görüşe göre, bir kişinin gerçekleştirdiği fiili meşru savunmaya dayandırabilmesi için, karşı karşıya kaldığı saldırının hayatına veya vücut bütünlüğüne bir zarar geleceğine dair yakın bir tehlike şeklinde ortaya çıkması gerekmektedir. Kişinin meşru savunma sırasında kullandığı gücün haklılığı, yakın bir tehlikenin varlığına bağlıdır.
Dördüncü görüşe göre, kadınların eşit ve adil yargılanma hakkı kapsamında tartışılmalıdır. Kötü muameleye maruz kalmış kadının reaksiyonu tek ve özel olay şeklinde değil, cinsiyet temelli olarak ele alınmalıdır. Aksi düşünce, meşru savunma bakımından yasal standart tespiti, oran-sınır tartışması, kötü muamele konusunda uzman vb. sübjektif değerlendirmelere açıktır. İstismar edilmiş kadın sendromunu bir kenara bırakıp, kötü muamelede bulunan kişiyi uyurken kendisine karşı yakın bir tehdit olmasa dahi öldürmeyi seçen kadının bu eyleminin ahlaki olarak meşruiyet kazandığını ve hukukun bu ahlaki karara yasal olarak izin vermesi gerektiğini savunan ve meşru savunmayı genişleten feminist ceza hukukçuları tarafından ileri sürülmektedir. Çoğu feminist artık yaklaşımlarında daha fazla doğrudan ve nihayetinde çok daha akla yatkın taleplerde bulunmaktadırlar. Meşru savunmada olması gereken “yakın tehdit” koşulunun kaldırılması gerektiğini ifade etmektedirler. Kavramsal olarak “yakın tehdit” koşulunun kişinin kendini korurken kullanacağı “cebrin” gerekliliği yönünden önem arz ettiğini belirtmektedirler. Ancak hukuk, ölümcül güç kullanmanın gerekli olup olmadığının ispatını şart koşmaktadır; bu nedenle yakın tehdit koşulu gereksizdir. Daha kötüsü, argüman, yakın tehdit kuralının evde bulunan kadınlar için tehlike arz ettiği iddiasıyla devam etmektedir. Burada söz konusu olan barda veya sokakta bulunan iki erkeğin olayı değil; kendinden fiziksel olarak daha güçlü olan, sert bir eşle yaşayan ve kendini korumak zorunda olan bir kadındır. Yakın bir tehdit ve saldırı beklemek kadını savunmasız kılmak demektir. Kadının daha önce harekete geçmesi gerekir. Böylece yakın tehdit koşulu kadını hukuken korumasız bırakmaktadır. Bu nedenlerle bu kuralı kaldırın demektedirler. Hatta bazı feministler tüm maddi unsur engellerinin kaldırılmasını talep etmektedirler. Onlar “önleyici meşru savunma” kavramını savunmaktadırlar.
SONUÇ
Hukuka uygunluk nedeni olan meşru savunmanın varlığı halinde hukuka aykırılık ve buna bağlı olarak fiilin haksızlığı ortadan kalktığı halde, bir mazeret nedeninin var olduğu hallerde, failin içinde bulunduğu haller gözetilerek failin kusurluluğu ortadan kalkar. “Şiddete maruz kalan kadın sendromu” hukuka aykırılığı ortadan kaldırmayıp, fiilin haksızlık ve kusur içeriğini önemli oranda azaltan ve bu nedenle kanun koyucunun faili cezalandırmaktan kaçınması sonucunu doğuran bir mazeret nedenidir. Şiddet uygulayan saldırganı pasif olduğu uyku, sarhoşluk, uyuşturucu içmiş olması vesaire kendisini koruyamayacağı haller dâhilinde öldüren kadınının eylemini meşru savunma olarak kabul etmek, ölümcül güç uygulanmasının hukuki sınırlar içerisinde kullanımını toplum için tehlikeli olacak bir noktaya kadar haksız biçimde genişletecek ve insan yaşamı ile toplumsal gelişmeye büyük zararlar verebilecektir. Ancak özellikle eşleri veya erkek arkadaşları tarafından tekrarlanarak devam eden saldırılara maruz kalan kadınlar açısından, ölüm tehdidiyle birlikte eşleri veya erkek arkadaşları tarafından yaralanan, cinsel saldırıya uğrayan veya kötü muamele gören kadınların, eşlerini veya erkek arkadaşlarını uyurken, sarhoşken, uyuşturucu içmiş haldeyken veya başka bir iş yaparken öldürmeleri veya yaralamaları hallerinde, bu durumun yasada özel olarak düzenlenmek suretiyle mazeret nedeni olarak sayılması gerekmektedir.
Meşru savunma tehlikeli insanlara karşı kullanmak için değil, yalnızca kişinin kendisini veya üçüncü şahısları gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak haksız bir saldırıdan korumak için kullandığı içgüdüsel bir güç ve haktır. Yasaları bilen, genel olarak ceza hukuku bilincine sahip vatandaşların olması, düzgünce sınırlandırılmış bir meşru savunma hakkının kullanılması için çok önemlidir. Özellikle kadına yönelik şiddetin hızla arttığı çağımızda şiddete maruz kalan kadınların ve yakınlarının meşru savunma kavramının kapsam konusunda bilinçlendirilmesi gerekmektedir. Hukuk yorumcuları arasında, yakın zamanda özellikle Amerikan hukukunda ilgi odağı olan, şiddete maruz kalan kadınların eşlerini veya erkek arkadaşlarını öldürme olaylarının meşru savunma kapsamına alınması yönünde vurgu yapılmakta ve bir yeniden değerlendirme ihtiyacı olduğu ileri sürülmektedir.
Meşru savunma bir hukuka uygunluk nedenidir. “Şiddete maruz kalan kadın sendromu” hali ise bir mazeret nedenidir. Mazeret nedenlerinin bulunması halinde fiilin haksızlığı ortadan kalkmadığı gibi, failin içinde bulunduğu haller gözetilerek failin kusurluluğu ortadan kalkmaktadır. Hukuka uygunluk eyleme odaklanır, oysa mazeret nedenleri cezalandırılamazlıkla ilgili olup faille ve failin içinde bulunduğu objektif ve sübjektif şartlarla ilgilidir. “Şiddete maruz kalan kadın sendromu” hali failin akli/ ruhsal durumunu öne çıkarır, eylemi değil. Bize, niçin kötü muameleye maruz kalan faile diğerlerinden farklı davranmamız gerektiğini ve niçin onu aynı suçu işleyen diğerlerini suçladığımız gibi suçlamamamız gerektiğini açıklar ve mazeret nedenini gerekçelendirir. “Şiddete maruz kalan kadın sendromu” konusunda yasal bir düzenleme yapılması ihtiyacı aslında kadınları korumaya yönelik hem hukuki hem de ahlaki bir düzenleme olarak düşünülmelidir. “Şiddete maruz kalan kadın sendromu” şiddete maruz kalan kadınların yaşadığı bir çaresizlik olup, yasal düzenlemeler yapılarak toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılığın ortadan kaldırılmasına yönelik farkındalık yaratabilecek kurumların oluşturulması gerekmektedir. Kadına karşı şiddeti önlemeye yönelik “kadın polisi” şeklinde diğer kolluk görevlilerinden ayrı olarak kadınlara yönelik işlenen suçlar konusunda uzman ve duyarlı kolluk görevlilerinin yasal düzenlemelerle hayata geçirilmesi şarttır. Kadına karşı şiddetle mücadelenin hızlı, etkin, sağlıklı ve tarafları koruyucu yöntemlerle gerçekleştirilmesi gerekir. Toplumun gelişmesi ve kadınların özgürce yaşabilmeleri için şiddete maruz kalan kadının maddi ve manevi olarak desteklenmesi ve içinde bulunduğu koşullar gözetilerek ceza tehdidi ile karşılaşmamaları bireysel ve toplumsal gelişmeyle birlikte hukuk güvenliğini de artıracaktır.
“Şiddete maruz kalan kadın sendromu” şiddete maruz kalan kadınların yaşadığı bir çaresizlik olup, kadına karşı şiddetle mücadele konusunda devletin pozitif yükümlülüklerini yerine getirmesi şarttır. Çünkü yaşam hakkı devletin teminatı altındadır. Kadına karşı şiddetle mücadelede devletin sosyal, kültürel, ekonomik, siyasal, eğitsel ve yargısal yükümlülüklerini yerine getirmesi gerekmektedir. “Şiddete maruz kalan kadın sendromu” olaylarında kadının şiddete maruz kaldığı durumlarda, devlete başvurma bilincinin artırılması konusunda farkındalık çalışmaları yapılmalıdır. Devletin ise şikayet ya da ihpar üzerine yaşam hakkını önceleyen politikalar doğrultusunda önleyici/koruyucu tedbirleri almakta etkin, hızlı ve kararlı bir tutum sergilemesi gerekir. Soruşturmaların, yargılamaların ve güvenlik önlemlerinin yeterince etkili olmadığı, kadının maddi ve manevi olarak korunamadığı açıktır. Özellikle kadına karşı işlenen suçlar konusunda devletin etkin kolluk ve Cumhuriyet savcılığı teşkilatları oluşturması ileride yaşanması olası insan öldürme ve yaralama suçlarını önlemede yardımcı olacaktır.